Muharrem Ergin'e göre dil nedir ?

Ceren

New member
Dil: Bir Bağlantı, Bir Anlatı ve Bir Evrensel Deneyim – Muharrem Ergin'in Bakış Açısıyla

Bir sabah, İpek, kendine ait bir köşe bulup düşüncelerini kağıda dökme arzusuyla parka gitti. Telefonunu bir kenara koyup derin bir nefes aldı. Zihninde akıp giden düşünceleri toparlamaya çalıştı. Sonra yavaşça, sessizce, bir kalem ve defter çıkararak şu notu yazdı: “Dil nedir? Bize kim olduğumuzu anlatan bir hikâye mi, yoksa başka bir şey mi?” İpek, hayatını hep kendi kurduğu kelimelerle tanımlamıştı ama bugüne kadar dilin ne kadar güçlü bir bağ kurma aracı olduğunun farkında değildi.

İpek’in bu sorusu, onu, bir zamanlar üniversite yıllarında tanıştığı, aynı soruyu sürekli kafasında taşıyan Kemal’e yönlendirdi. Kemal, dilin bir insanın toplumsal kimliğini şekillendiren en güçlü araç olduğuna inanıyordu. Onun gözünde, dil sadece kelimelerden ibaret değildi; dil, insanın varlık serüveninin yansımasıydı. Dil, kimseye söylenmemiş duyguları, gözlerdeki derin anlamı, hatta sessizliğin kendisini bile ifade edebilirdi.

Kemal’in felsefi bakış açısı, İpek’in merakını daha da artırmıştı. Onun düşüncelerinde bir değişim yaşanıyordu. Bu düşüncelerin peşine takıldı.

Erkekler ve Çözüm Odaklı Yaklaşım

Bir gün Kemal, İpek’e şöyle dedi: "Dil, çözüm odaklı bir yaklaşımdır, tıpkı bir problemi çözmeye çalışan bir mühendis gibi. Erkekler, dilin araçsal gücüne odaklanırlar. Konu ne olursa olsun, biz erkekler için dil, bir şeyleri açıklama, anlaşılma ve sonuç elde etme aracıdır." Kemal, kadınları tanımlarken ise daha duygusal bir dil kullanıyordu, ancak burada İpek bir fark gördü. Kadınların dil kullanımının, ilişkileri güçlendirmek ve empati kurmak için daha derin bir anlam taşıdığını düşündü. Erkekler için dilin işlevi, çözüm bulmaksa, kadınlar için dil, bir bağ kurma yoluydu.

Kemal’in sözleri doğru muydu? Dilin toplumsal ve cinsiyet temelli kullanımı üzerine düşündü. Erkeklerin kelimelere yükledikleri anlam, onların dünyasında çözüm üretme aracıydı. Bir sorun ortaya çıktığında, erkekler çoğu zaman bu sorunu çözmeye yönelik dil kullanır. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Dil, bir tür mühendislik gibi; her kelime bir parçacık, her cümle ise bir yapıyı oluşturuyordu.

Ama bu, dilin yalnızca erkeklere ait bir özellik miydi? İpek, dilin insan olmanın evrensel bir parçası olduğunu düşündü. Herkes dil aracılığıyla kendini ifade edebilirdi, ama ifade etme şekilleri farklıydı.

Kadınlar ve İlişkisel Yaklaşım

Kemal’in söylediklerine karşılık İpek, kadınların dil kullanımını düşündü. Onlar dil aracılığıyla sadece bir şey anlatmakla kalmaz, aynı zamanda başkalarına nasıl hissettireceklerini de hesaba katarak konuşurlar. Kadınların dildeki gücü, empati kurabilme yeteneklerinden gelir. İpek, bu bakış açısını kendinde de hissediyordu. Kadınlar, kelimeleri bir köprü gibi kullanır, başkalarının dünyasına girmeye çalışır, duygusal bağlar kurar.

Bir kadının bir diğer kadına söylediği basit bir kelime, o kadar çok şeyi ifade edebilir ki, bunun bazen onlardan daha çok şey anlatmak anlamına geldiğini fark etti. Dil, onların yaşamlarındaki temel bir bağdı. İpek, anne ve babasının farklı dil kullanımını düşününce, bu farkları çok net bir şekilde gözlemledi. Babası, çoğunlukla çözüm odaklı konuşur, annesi ise daha çok duygusal ve ilişkisel bir dil kullanırdı.

Kemal’in çözüm odaklı bakış açısını, bir kadının dilinden anlayabilmek, bambaşka bir deneyimdi. Bu iki yaklaşım arasında bir denge kurulması gerektiğini düşündü. Dilin gücü, karşılıklı anlayışa dayalıydı.

Tarihsel ve Toplumsal Bir Bağlantı

Bir süre sonra, İpek ve Kemal, dilin tarihsel yönü üzerine konuşmaya başladılar. Dilin toplumsal yapılarla nasıl şekillendiğini, erkeklerin ve kadınların dildeki rollerinin nasıl evrildiğini merak ediyorlardı. Tarih boyunca, kadınlar daha çok evde, erkekler ise toplumsal alanda güçlü birer figür olarak yer almışlardı. Bu durum, dil kullanımını da etkilemişti. Erkeklerin dili, devlet yönetimi, ekonomi gibi kamusal alanlarda öne çıkarken, kadınlar daha çok ilişkisel, duygusal bağları ifade etmeye yönelik bir dil geliştirmişlerdi.

İpek ve Kemal, dilin her zaman toplumsal yapıları yansıttığını kabul ettiler. Ancak, bugün, toplumdaki eşitlikçi gelişmelerle birlikte bu rollerin değiştiğini de gördüler. Kadınlar artık kendi seslerini daha yüksek bir şekilde duyurabiliyor, erkekler ise daha empatik bir dil geliştirmeye başlamışlardı. Bu değişim, dilin sadece bir iletişim aracı olmanın ötesinde, toplumsal kimlikleri yeniden şekillendiren bir güç olduğunu gösteriyordu.

Sonuç: Dil, Sadece Bir İletişim Aracı Mıdır?

İpek, günün sonunda bir kez daha Kemal’e dönüp şunu söyledi: "Dil, sadece bir iletişim aracı mı, yoksa bizi anlamanın bir yolu mu? Kendimizi kelimelerle ifade ettiğimizde, aslında kim olduğumuzu mu anlatıyoruz?"

Bu soru, İpek’in zihninde yeni bir düşünce ufku açtı. Dil, bir araca dönüştüğü zaman, sadece kelimelerden ibaret oluyordu. Ancak bir anlam taşıdığında, bir köprü kuruyor, iki insanı birbirine yaklaştırıyordu. Dilin gücü burada yatıyordu. Hem çözüm odaklı hem de ilişkisel bir şekilde kullanıldığında, dilin her iki yönü de bir arada yaşayabiliyordu.

Sonunda İpek, kendi düşüncelerini kağıda dökerken şöyle yazdı: “Dil, bir anlatıdır. Bir bağ kurma, bir dünyayı paylaşma yoludur. Hem erkeklerin çözüm odaklı bakış açıları hem de kadınların ilişkisel yaklaşımları dilin gücünü pekiştirir. Belki de dil, dünyayı birbirimize anlatmanın bir yoludur.”

Sizce de dil sadece bir iletişim aracı mı, yoksa bizim kim olduğumuzu anlatan bir hikâye midir?